Uzun insanlık tarihi boyunca yangın, kıtlık, deprem ve beklenmedik iklim düzensizlikleri gibi doğal afetler kadar salgın hastalıklar da toplu ölümlere yol açtı.
Milyonlarca insanı öldüren salgınlar yüzünden ordular kırıldı, imparatorluklar çöktü, insanların ruhunda derin yaralar açtı.
İnsanlık tarihi kadar eski olan salgınların genel karakteri, kıt kaynaklarla ve kısıtlı imkanlarla yaşayan topluluklardan başlaması… Sonra da güçlü devletleri zayıflatacak düzeye ulaşması…
Eskiden beri ticari ilişkiler, savaşlar ve göçlerle dünyaya yayıldı.
Bunlar içinde veba en korkuncu oldu.17. yüzyılın sonlarında Avrupalı için sorun olmaktan çıksa da ticaret yolu üzerindeki Osmanlı coğrafyasında büyük yıkımlara yol açtı.
İzmir, Halep ve Selanik gibi ticaret merkezlerinde salgınlar büyük kayıplara yol açtı.
1830’larda uygulamaya geçirilen karantinayla veba salgını kısmen kontrol altına alındı.
19 yüzyılda vebadan daha tehlikeli küresel salgın kolera, Hindistan’da 1817’den sonra mahalli bir sorun olmaktan çıktı, küresel tehdit haline geldi.
Asya, Afrika, Avrupa ve Amerika’da etkili olmuş ve yüzyıl içinde büyük pandemiler (küresel yayılma) yapmıştı.
Osmanlı topraklarında da büyük yayılmayla imparatorluğun gücünden güç aldı, insanı çaresiz bıraktı.
Tıbbın imkanları dar olunca koleranın tanımlanması ve tanınması güçleşti, salgın da durdurulamadı.
Kolera kavramı, bu hastalık dışındaki benzer belirtiler gösteren geniş bir hastalık yelpazesi için de kullanılıyordu.
Koleranın hızla ilerleyip bünyeyi kısa sürede zayıflatarak ölüme götürmesiyle büyük bir yıkım yaşanmıştı.
Araştırmacı Doç. Dr. Özgür Yılmaz, salgın hastalıklarla ilgili bir makalesinde özellikle Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgınlarına karşı tesis edilen karantina sisteminin bu yeni hastalık karşısında yetersiz kaldığının anlaşıldığına vurgu yapıyor.
Geçen yüzyılda kıtalararası tehdit haline gelen kolera, kaynağının ve korunma yollarının bulunmasıyla insanoğlunun kabusu olmaktan çıkmıştır.
O dönemdeki salgınlarla Corona virüsünün yayılması ne kadar benzerlik gösteriyor değil mi?
KOLERADAN CORONAYA….
Gabriel Garcia Marquez’in Nobel Edebiyat Ödüllü “Koleri Günlerinde Aşk”, bırakılmış bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından; yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık aşkının öyküsüdür. Kolombiyalı yazar Marquez’in ustalığı, bu öyküyü bir destana dönüştürüyor.
Kolera ve aşk… Yan yana geldiğinde uyandırdığı his aynı gibi değil mi? Aşkın ruhsal olduğu kadar tutkusu ve takıntılarıyla fiziksel özellikler de sergilemesi… Tıpkı Marquez’in anlattığı kolera hastalığının belirtileri gibi.
Romanda; aşkın yarattığı fiziksel güç kaybının, kolera belirtileriyle aynı olması üzerine Dr. Florentino’nun direnç formülüne dikkat çeker. Florentino aşık olduğu Fermina’ya iyi geleceğini düşünerek ıhlamur çayı yazar.
Uzun kolera günlerinde, yarım asır süren tutkulu aşk serüveninin sonunu merak edenlere hala okumayı öneririm Corona günlerinde…
Corona virüsü dünyaya yayılmışken, bu çağda öyle tutkulu bir aşkın öyküsü yazılsa; yazarına Nobel Edebiyat Ödülü kazandırır mı?
Nasıl yazıldığına bağlı elbette ancak şu an imkansız görünüyor.
Çünkü küresel toplumun ayırıcı özellikleri azaldı.
Rasyonal aklın kabul sınırları, romantizmi dışlayacak düzeye ulaştı.
Pekiyi rasyonal akıl neyi öngörüyor?
İnsanın bireysel çıkarlarını önceliyor.
Salgın riskine karşı insanın sığınacağı biricik güvenli ve mahremiyet alanı evi… O da sosyal medyanın akıl almaz manipülasyonlarıyla huzursuz ortama dönüştürülüyor.
Her gün binlerce gerçek dışı haberler, insanı sokağa çıkmaya zorluyor.
Marketlerden ürün istiflemeye, sokaklarda kalan son heveslerini de almaya tahrik ediyor.
Ege Bölgesi’nde henüz resmen açıklanan bir vaka yok. Olmaması için de Sağlık Bakanlığı, yeni önlemler için uyarıyor.
Akıl dışı, fantastik ve normal dışı uyarıları gerçeğin yerine koymaya o kadar meyilli insan var ki…
NEYE İNANMAYI İSTERSİNİZ?
Kolera, veba gibi salgınlarla ilgili yazdıklarım, tarihi belgelere ve insanın hayal gücünün sınırlarına işaret ediyordu.
O günlerde insanlar gerçekten ne düşünüyordu bilemiyoruz. Tıpkı bugünlerdeki gibi…
Çünkü insan psikolojisi, böyle zamanlarda olumsuzu beyninde büyütmeye meyyaldir.
Barem’in Corona virüsü toplumsal algı araştırmasına göre; virüsten gençler, eğitimliler ve kadınlar daha çok korkuyor.
Halkın yarısından fazlası salgının abartıldığını düşünürken, her şeye rağmen önlem almayı da ihmal etmiyor. Öte yandan vatandaş virüsün sorumlusu olarak sırasıyla ABD, Çin ve İsrail’i görüyor.
Yaş arttıkça Corona endişesi azalıyor. 24 yaş ve altı kişilerde yüzde 72 olan korku, 65 yaş ve üzeri kişilerde yüzde 57’ye düşüyor.
Oysa uzmanlar, en riskli gruplardan biri olarak 60 yaş üstünü işaret ediyorlar. Cinsiyete göre ayrıştırıldığında ise korku ve endişe durumu yüzde 71 oranla kadınlarda daha çok görülüyor.
Kendisinin veya ailesinin virüs kapmasından ‘kesinlikle’ korkanların oranı, lise ve altı eğitimli kişilerde yüzde 13 iken, üniversite ve üzeri eğitimlilerde bu oran yüzde 23’e çıkıyor.
Araştırmaya katılanlar, Sağlık Bakanlığı’nın virüs salgınını iyi yönettiğini düşünüyor. Bu kişilerin yüzde 52’si salgın tehdidin abartıldığını düşünürken, yüzde 43’lük bir kesim abartılmadığını ve riskin oldukça yüksek olduğu görüşünde. 4 kişiden 3’ü, virüsün yayılmasını önleyecekse, seyahat ve benzeri bazı haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu söylüyor.
Sonuna geldik…
Bütün salgınlarda başat sorun, “hijyen” değil mi?
Şimdi hijyen sağlama olanakları daha fazla.
Ancak “beyin hijyeni” sorunumuz da öyle…
Önce beynimizdeki bilgi kirliliğini boşaltırsak, Corona virüsüyle baş etmek daha kolay olacaktır.
Sağlıklı günlere…