Günümüz Türkiye’sinde en çok tartışılan konuların başında eğitim sistemi geliyor. Son dönemlerde birçok programda ve vatandaş ropörtajlarında ne yazık ki ülkemizde sorgulayan değil, sorgulamayan nesiller yetiştirildiği, eğitimin ticari boyutunun ön plana çıktığı ifade ediliyor.
Denizli’nin önde gelen ve başarılı işadamlarından Halis Ödel de sosyal medya hesabından paylaştığı Doruktaki çocuklar ve Türkiye’de okullaşma” konulu yazısında eğitim sistemini en iyi şekilde analiz etmiş. İstanbul Kabataş Erkek Lisesi mezunu olan Ödel, okulunun klasik eğitim veren zorlu bir okul olduğunu ve her öğretmenin kendi dersinin en iyi şekilde öğrenilmesini istediği anlattı.
Bu yıl bir milyonu aşkın ortaokul mezunu öğrencinin Lise Giriş Sınavına (LGS) girdiğini ve bu öğrencilerden 320’sinin tüm soruları doğru cevaplandırarak Türkiye’de başarı doruğunu paylaştıklarını belirten Ödel, doruktaki öğrencilerin önlerindeki engellerin kaldırılması gerektiğinin altını çizdi.
İşte başarılı işadamının başarısının altındaki eğitim sistemi ve bugünkü gelinen noktayı en iyi şekilde anlattığı, tavsiyelerde bulunduğu yazısı;
“DORUKTAKİ ÇOCUKLAR” ve TÜRKİYE’DE OKULLAŞMA
Bu yıl bir milyonu aşkın ortaokul mezunu Lise Giriş Sınavına (LGS) girdi. Bu öğrencilerden 320’si tüm soruları doğru cevaplandırarak Türkiye başarı doruğunu paylaştılar.
Sınavdaki bir fizik sorusu “çift cevaplı” çıkınca, Yargıtay kararı ile bu soru (makara sorusu) iptal oldu, böylece tam başarı sağlayan çocukların sayısı birkaç kişi daha arttı.
Denizli’den toplam yedi öğrenci bu sınavda doruğu paylaştı. Bunlardan ikisi Buldanlı; Yusuf Emir Davan (İstanbul Erkek Lisesi), diğeri Kabataş Erkek Lisesi’ne yani benim liseme girmeyi hak kazanan Aziz Yılmaz. Aziz’in büyük dedesi Buldan Belediyesi’nin su işlerine bakardı; depolardaki şebeke sularının kente taksimi ondan sorulurdu. Ceket-pantolon her daim temiz giyimli, ciddi surat yapısı ile işinin ehli idi. Sülale lakabı ile anılırdı; “Zındancı”.
Türkiye’nin dört önemli lisesine belli nedenlerle özel ilgi duyarım;
İSTANBUL KABATAŞ ERKEK LİSESİ; Buldan’da ortaokulu bitirdikten sonra ağabeyimi takip ederek bu liseye yazılmıştım. 1975-78; üç yıl “İstanbul Boğazı” Ortaköy’de bulunan lisemizde yatılı okudum. O dönem tam anlamıyla klasik bir eğitim veren zorlu bir okuldu. Her öğretmen kendi dersinin en iyi şekilde öğrenilmesini isterdi.
Çırağan Sarayları kapsamında yer alan tarihi lisemizin, 60–70 kişilik koğuşlarında, gece ışılar söndürüldükten sonra el feneri ile yorganın altında ders çalışanlardanım. Bizi buna kimse zorlamıyordu elbette ancak, içimizden bir güç bizi çalışmaya itekliyordu.
Lise ikinci sınıfa geçerken, güçlüğü nedeniyle birinci sınıfta okulu bırakanlar olmuş ve iki ayrı sınıf tek sınıfa dönüştürülmüştü; son sınıf 3 Fen/A’ya geldiğimizde yarısı yatılı otuz kadar öğrenci kalmıştık.
Tüm öğretmenlerimiz yanında Edebiyat öğretmenimiz Gözde Sağnak Halazoğlu’nun bizim üzerinde emeği büyüktür. On yıl olmadı daha, vefatında neredeyse tüm sınıf arkadaşlarımız onu uğurlamak için, İstanbul’da kabristandaydık…
İSTANBUL ROBERT KOLEJİ; Ablam Sabahat Ödel Güleç’in oğlu İnalcan henüz ilkokulda iken sınıfta zekâsı ile farklılığını göstermişti. Öğretmeni derslere ilgi göstermemesinden şikayetçi idi; oysa çocuk öğretilenleri kendi zekâ seviyesinden çok aşağıda bulduğu için konulara ilgi duymuyordu…
Ortaokuldayken bir öğretmenin önerisi ile ablam onu İstanbul Üniversitesine zekâ testine götürdü; sonuç çok yüksekti. “Bu çocuk heder olmasın, yapısına uygun başka bir okul bulun” dediler. İstek Vakfı Okullarından söz edenler oldu. Vakıf başkanı o zamanlar Bedrettin Dalan idi; hani şu “İstanbul’u gözlerim gibi yapacağım” diyen bir dönemin İstanbul Belediye Başkanı.
Okulda öğrenci velilerini görüşmeye kabul ettiği bir güne randevu aldım, Bedrettin Dalan’dan. Benden önceki görüşme beyaz üniforması içinde bir deniz subayı ve onun sarışın eşi ile idi. Dalan onları sempati ile uğurladı kapıdan, sonra sekreter beni buyur etti içeri. Girer girmez Bedrettin Dalan bana bir tuhaf bakış fırlattı; öyle ya ortaokulda bir çocuğun velisi olacak yaşta değildim, üstelik üzerimdeki kıyafet temiz olmasına karşın bir zengin okuluna uygun değildi; Bedrettin Dalan beni öğrenci velilerinin arasından sıyrılarak “iş istemeye” gelen biri zannetmişti…
Neden oraya geldiğimi anlattığımda, “Bizim üstün zekalılara yönelik sınıfımız yok, üstelik parasız da okutmayız” dedi ve ekledi “Sen ne iş yapıyorsun?”. “Esnafım, ufak tefek ihracatlara başladım” dedim ve geri dönerek, kapıya doğru yöneldim. Arkamdan bağırdı; ilk yılı paralı okusun, başarılı olursa ikinci sınıfta burslu okur. Yüzüne bile bakmadım Bedrettin Dalan’ın, kapıdan çıktım gittim.
İnalcan Güleç, yeğenim sonra Robert Koleji kazandı, babası o üç yaşında iken vefat etmişti; bu nedenle çok yüksek aidatları olan Robert Koleji burslu okudu.
İSTANBUL KADIKÖY ANADOLU LİSESİ; İnalcan’ın ağabeyi, yeğenim Ali Güleç bir çok liseye girme hakkını kazanmıştı. Önce Semiha Şakir Lisesine kaydettirdik. Ancak okul bedelini o vakitler karşılama olanağına sahip olmadığımızdan, onu bu okuldan alıp, yine girmeye hak kazandığı İstanbul Kadıköy Anadolu Lisesine götürdüm.
Sonrasında İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstriyel Tasarım bölümünü “birincilikle” kazandı ve yine “birincilikle” bitirdi.
DENİZLİ LİSESİ; Küçük ablam Safure Ödel Efeoğlu’nun oğlu İlker Mete, Denizli Lisesinden mezun oldu. Buldan Akın Lisesinde öğrenime başlamasına rağmen daha iyi bir öğrenim görmesi için Denizli halkının “Koca Mektep” olarak telaffuz ettiği Denizli Lisesine geçişini yaptırmıştık.
Geçtiğimiz hafta Denizli Lisesi mezunlarının “Koca Mektep” adıyla bir vakıf kurduklarını öğrendim ve tarif edilemeyecek derecede sevindim, umutlandım. Vakfı kuran değerli hemşerilerimizin bu liseyi ihya edeceklerini ve öğrencilerinin başarıları için gerekeni yapacaklarına inancım tamdır!
Türkiye’de ne yazık ki, “DORUKTAKİ ÖĞRENCİLER” ile daha az nitelikli okullarda okumaya mecbur kalan öğrencilerin arasındaki başarı derecesi farkı giderek artıyor. Bir anlamda “çan eğrisinin” üst tarafı çok dar ancak alt tarafı anormal derecede geniş ve kalabalık. Başarılarındaki eşitsizlik giderek daha da artıyor…
Bizlerin öncelikle DORUKTAKİ ÇOCUKLARA itina göstermemiz, onların önlerindeki engelleri kaldırmamız gerekiyor.
Ağabeyim Mehmet Ali Ödel, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Dr. Erdal Atabek’in ifadesiyle “hayatında gördüğü ender çok üstün zekalılardan” dı. Hiç ders çalıştığına tanık olmadık ne ilkokul ne de lisede… Üniversite giriş sınavı öncesi ne bir dershane ne de evde hazırlık… Oysa İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliğini Türkiye’de ilk üç yüz öğrenci arasına girerek kazanmıştı.
Sonrasında bazı talihsizlikler yaşadı: sağlık sorunları… Yıllardır felçli ve o şimdi yatalak, çok zor birkaç kelime söyleyebiliyor… Memlekete, insanlığa faydalı olamadan heder olmuş bir kıymettir ancak bizler için varlığı yeter…
Ülkemizi ve halkımızı ileriye taşıyacak; zekâ, eğitim ve başarıları ile önder olup ülke sorunlarını göğüsleyecek olanlar öncelikle DORUKTAKİ ÇOCUKLARDIR! Onların her daim kıymetini fark edip, itina göstererek, başarıları için elimizden geleni yapmamız gerekir.
Ancak çok daha geniş açıdan baktığımızda Türkiye içinden çıkılması çok zor sorunlar yumağı halini almıştır. “Eğitim sorunları” bunların başında gelmektedir; anaokulundan başlayarak üniversitelere kadar… Tabelalarında “Okul”, “Üniversite” yazan binlerce binanın içinde verilen, ya da verilemeyen eğitim ve öğrenimin acilen sorgulanması gerekmektedir.
Her şeyden, her konudan önce Türkiye’deki eğitim sorunlarına duyarlı olup, yurttaşlar olarak çözüm arayışlarına katkıda bulunmak bu ülkeye olan vefa borcumuzdur!