Bilindiği üzere, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı; Hatay Milletvekili seçilen Av. Can Atalay’ın bireysel başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu hak ihlali kararına uymayarak, dosyayı, gereği için Yargıtay 3. Ceza Dairesi Başkanlığına göndermiştir. İlgili Ceza Dairesi ise, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu hak ihlali kararına uyulmaması yönünde hüküm vermiştir.
Bunun üzerine tekrar Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuş, diğer hak ihlalleri ile birlikte bireysel başvuru hakkı ihlalinin de söz konusu olduğu belirtilerek hak ihlalinin giderilmesi talep edilmiş; Anayasa Mahkemesince oybirliği ile Av. Can Atalay’ın serbest bırakılmasına karar verilmiştir. Bu karar, gereği için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiş, ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi haksız ve hukuksuz bir gerekçe ile dosyayı tekrar Yargıtay 3. Daire Başkanlığına göndermiştir. İlgili Ceza Dairesi Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi kararına uymadığı gibi, ilgilinin milletvekilliğinin düşürülmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı yazmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kabul ettiği 2709 sayılı T.C Anayasasının 153/6 hükmüne göre Anayasa Mahkemesi kararları yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisini de bağlar.
Buna rağmen, dün yapılan Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumunda; ilgili kişi hakkındaki karar yine haksız ve hukuksuz bir şekilde okutularak, milletvekilliğinin düşürülmesine karar verilmiştir.
Bu olay yargı eli ve Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile yapılan bir darbedir. Yine bu olay ile birlikte Anayasa katledilerek 2. maddesinde belirtilen Hukuk Devleti ilkesini sorgulanır hale getirilmiştir. Ne var ki asıl katledilen bu ülkenin geleceği, gençlerinin hayalleri, bilimi, sanatı, düşüncesi, hukuku, adaleti, demokrasi algısı, temel hak ve özgürlükleri ile insan hakları bilinci olmuştur.
Bu uygulama ile; kişilerin ırkından, dininden, dilinden, siyasi düşüncesinden, etnik kimliğinden dolayı yargılamanın önü açılacaktır. Ve yine temelini ve tüm gücünü Anayasa’dan alan her bir temel hakkın sorgulanır, tartışılır hale gelmesi söz konusu olacaktır.
Ancak üzülerek görüyorum ki; bu haksız ve hukuksuz olayı eleştiren, tepki koyan sadece avukatlar ve barolardır. Evet, bu hukuksuzluk elbette ki bizleri de ilgilendirir. Fakat bu hukuksuzluğa sadece barolar ve avukatlar değil, diğer tüm toplum kesimlerinin ses çıkarması ve tepki göstermesi gerekir.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken yargıçlardır, savcılardır.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken avukatlardır, barolardır.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken üniversitelerdir, hukuk fakülteleridir, öğretim görevlileridir.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken sendikalardır, sivil toplum kuruluşlarıdır.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken tüm siyasilerdir.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken iş dünyasıdır.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken hür basındır, işçidir, emekçidir, emeklidir.
Bugün bu hukuksuzluğa karşı konuşması ve tepki göstermesi gereken kısacası toplumun tüm kesimleridir. Çünkü hukukun ideolojisi, sağcısı, solcusu olmaz. Hukuk varsa adalet vardır, emek vardır, sermaye vardır, hür düşünce vardır, bilim vardır, gelecek vardır hayaller vardır. Kısaca hukuk varsa demokrasi vardır.
Denizli Barosu olarak biz de hukuku, adaleti, demokrasiyi, laikliği savunmaktan, aramaktan, yaşam biçimine dönüştürmekten asla vazgeçmeyeceğiz.
Öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya olmayacağız.
Denizli Barosu olarak aklını, algısını, ahlakını, vicdanını, geçmişe saygısını, geleceğe karşı sorumluluğunu unutmayan herkes için inadına hak inadına hukuk inadına adalet diyoruz.
Rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi; “Bir kalem susar, yerini bir başkası alır. Bu kalemler tükenmez. Ne kelepçeler, ne demir kapılar, ne iddianameler ve ne de beş yıldan yirmi yıla uzanan hapis cezaları, bu kalemleri korkutamadı, bundan sonra da korkutamaz!”