Geçen hafta kısa bir seyahate çıktım. Nereye gittiğimi, gittiğim yerlerin benim için neler ifade ettiğini bilmeden düştüm yola.
Kimi yanımda kimi canımda olan sevdiklerimle birlikte çok kalabalıktık yol boyunca. Denizli çevresinde yapılacak turistik bir geziydi amacımız. Benim rehberlik ettiğim bir gezi.
Bu topraklarda ne ekili diye sordu birisi yanımdan? Baktım. Toprak boştu. Sürülmüş ve dinlenmeye bırakılmış. Dedim: “Boş toprak, sürülmüş sadece. Kırmızı olur bizim buraların toprağı…”
Kırmızı olur bizim toprağımız; gün vurur ışıldar, gün susar yine ışıldar. Ondan mıdır acaba hep saçlarımı kırmızıya boyamam diye aklıma geldi birden, gülümsedim kendi kendime. İçim ısındı. Sarılmak istedim toprağa.
Durdurmadım arabayı, ilerliyordu yolumuz. Zıpır yokuşunu geçmiş Çal’a gelmek üzereydik. Sarılma isteğim bir türlü geçmiyordu; gözlerimin dolduğunu hissettim, çığlık atmak, koşmak, bağların arasında yuvarlanmak istiyordum. Çocukluğuma gelmiştim. İçime dolan sevginin gücündendi bu coşkun hallerim. Fark ettim ki bana sevgiyi öğreten topraklardayım
Biraz durup baksam bir asmanın ardından çocukluğum çıkıp bana sarılacak gibiydi. Dedemin bağlarını hatırladım. Altında saklandığımız koca asmaları, üzüm toplayanların türkülerini hatırladım. Üzüm bandırma keleterlerini taşımaya çalıştığımız ve yerinden bile oynatamadığımız günlere gitti gönlüm.
Evet, ata topraklarındaydım. Çal’daydım. Bana sevgiyi öğreten topraklarda.
Hissettiğim sevginin coşkusuyla gözlerimin dolduğu, hop oturup hop kalktığım bir günün sonunda yastığa koyduğum başıma uykunun da sürprizleri vardı. Gece boyunca yalnız değildim; bir yanda kocaman asmaların doldurduğu bağlar, bir yanda o bağların arasından sesleri duyulan, bana ben olmayı öğreten insanlar vardı.
Biraz yorgun biraz heyecanlı uyandım sabah, yol devam ediyordu. Bu kez şehrin güneyine doğru. Hayatımın yapı taşları olan iki önemli kişilikten birisi kuzeyden birisi güneyden kucaklıyordu beni. Dede toprakları ile dolu anıların yanına şimdi de baba hikayeleri geliyordu. Tavas’tan güneye doğru ilerlerken habersizce karşıma çıkan Nikfer tabelası arabamız büyük bir hendeğe rast gelmişçesine sarstı beni. Hey gidi Nikfer hey.
Fark ettim ki bu zorlu topraklar; bu taşlar, bu büyümek için kayayı delen ağaçlar, bu her bahar yüzünü göstermek için bekleşen küçük küçük bitkiler sarmalamış beni yıllar boyunca. Şefkati, sabrı, sevmeyi öğretmiş. Neşeli sesleri ile birden önüme çıktılar ilkokul yıllarımı anlamlandıran insanlar. Çoğunun nerede ne alemde olduğunu bilmesem de kalbimdeki yerleri olduğu gibi duruyor. Yoluma diktikleri fideler bana yoldaş olmaya devam ediyor.
Nikfer’deki evimizden Çal’a giderdik tatillerde. Ne uzun gelirdi o yol bana. Dedemin ve anneannemin özlemi ile yolda hareketsiz kalmanın sıkıntısı içinde kıvranır dururdum. Görüyorum ki o sıkıntılar sabrın değerini anlatıyormuş aslında.
Yolda olmak bu işte!
Yolun sürprizleri hiç bitmiyor. Kimi anıların arasından uzanıyor, kimi mola yerlerindeki çay dumanından. Kimi geçmişten kimi gelecekten söz ediyor, yol uzuyor, yolculuk oluyor. Hayat oluyor.
Sonra benim gibi yıllar sonra aynı topraklara düşünce yolunuz, gülümseme oluyor, minnet oluyor. Sevgi oluyor.
YORUMLAR