Ben çocukken televizyonda yayınlanan Yeşilçam filmlerini izlemek en büyük akşam eğlencelerimizden biriydi. Genelde cumartesi akşamları olurdu ve mendillerimizi hazırlar, heyecanla beklerdik. Mendiller olmazsa olmazdı çünkü çok ağlardık. Birbirimizden saklardık gözyaşlarımızı. Ağlamayan kim varsa -ki o genellikle babam olurdu- diğerlerine gülerdi.
Birbirine benzeyen konular aynı oyuncularla önümüze sunulur ve bizleri mutlu ederdi. Aileyi görürdük, birbirine destek olmayı, şefkat göstermeyi, sevgiyi görürdük. Kavgalar tatlıya bağlanır, kötü adamlar cezalandırılır ve iyi olan, sevgi hisseden her zaman kazanırdı.
Bizler bunlarla büyüdük. Nuri Alço’nun ilaçlı gazozu, Kadir İnanır’ın efkarlı rakı kadehi, Levent Kırca’nın sarhoş tiplemesi ile büyüdük. Müslüm Gürses ve Tanju Okan’ın sigara dumanı eşliğinde söylediği şarkıları ve daha nicelerini dinledik. Hele o Cahide Sonku’nun ayakkabısından içilen şampanya hepimizin zihninde yer tutmuştur sanırım.
Bugün bakıyorum da, bunları izlediğimiz için ne alkolik olduk ne de uyuşturucu bağımlısı. Demek ki televizyonlarda, filmlerde alkol ve sigara içen insanları görmek, dekolteli kadınları izlemek bizleri yoldan çıkarmamış.
Ee öyleyse mesela bugün neden o içki kadehlerinin görüntüleri buzlanarak yansıtılıyor ekranlarımıza?
Televizyondan içki içmeyi, sigarayı, uyuşturucuyu veya cinselliği öğrenmiyoruz. Başka şeyler öğreniyoruz.
Çocuklarımızı içki, sigara ve uyuşturucudan korumanın çok daha başka ve etkin yolları var ve bunların aile, okul ve devlet üçlemesinde yapılması gerekiyor. O başka bir konu…
Televizyon, toplumları yönlendirme ve etkileme yolunda en önemli yöntemlerden birisi. Biz farkına varalım ya da varmayalım karşısında geçirdiğimiz saatler boyunca zihnimize pek çok bilgi nüfuz ediyor. Reklamlar sürekli renkli ve sesli görüntüleri ile bizi etkisi altına alıp, sunduğu ürüne yöneltiyor. Böylece alışveriş çantamızda neden aldığımızı bilmediğimiz pek çok ürün eve taşınıyor. Bir de sanal reklamlar var ki izlediğimiz programların içinde bize sunuluyor ve biz başka şeyler izlediğimizi düşünürken o ürüne yönlendirilmiş oluyoruz. Reklamlar böyle, adı üstünde reklam ve görevi izleyeni etkilemek.
Madem ki izlediğimiz şeyler bizleri bu kadar çok etkiliyor, hatta kötü etkilenmeyelim diye içki ve sigara reklamları yasaklanıyor, kadehler ve dumanlar bile buzlanıyor, peki başka neler var o bağımlısı olarak izlediğimiz televizyon programlarında bizleri etkisi altına alan?
Hiç buzlanan silah gördünüz mü ekranda?
Hiç buzlanan kavga sahnelerine rastladınız mı? Ama küfür yasak. Küfredemezsin ama kafasına kurşun sıkabilirsin!
Hiç buzlanan hile hurda, art niyet, birbirinin kuyusunu kazma gördünüz mü? Ama dekolte yasaktır. Bedenini gösteremezsin ama yan komşun hakkında her türlü dedikoduyu yapabilir ve başına çorap örebilirsin.
Parası olmadığı için okula gidemeyenler, faturasını ödeyemeyeceği için evde doğalgazı açmayıp yorgana sarılanlar, şaşaalı yemek programlarında tarif edilen yemekleri ancak ekranlarda görebilenler ne yapıyor? Açıyor televizyonlarını; boğazdaki yalısında oturup çevresine çeşitli kötülükler tasarlayan, yüzüne güldükleri dostlarının ardından art niyetli planlar yapan insanları izliyor. Sonuçta hayatında deniz kenarında yürümeye bile fırsatı olamayan insanlar o eşsiz boğaz manzarasına sahip olmayı ve oturup çevresindeki diğer insanlara nispet yapmayı hayal ediyorlar. Çünkü izledikleri dizilerde öyle yapılıyor.
Ne o programları izleyenler ne de onları hazırlayanlar kötü niyetli insanlar. Oyuncular işlerini yapıp paralarını kazanıyorlar. İzleyenler ise farkına varmadan bağımlısı oldukları için başından kalkamıyor ve her diziyi anlatılan hikayenin duygusallığı içinde kaybolup hayatın gerçeği haline getiriyorlar. Belki de kaçtıkları kendi gerçeklerinin yerine koyuyorlar ve iki farklı dünya arasında kayboluyorlar. Son yıllarda artan depresyon ilacı kullanımının veya hastane kuyruklarının ucu buralardan başlıyor olabilir mi?
Çoluk çocuk heyecanla izlediğimiz o dizilerde art niyetsiz, birbirine şefkat gösteren, çıkarsızca seven, saygı duyan, sahip olduklarına şükredip daha fazlası için daha fazla çalışmayı düşünen karakterleri ne sıklıkla görüyoruz?
Televizyondan içki içmeyi öğrenmiyoruz, o kadehleri boşuna buzlamasınlar.
Televizyondan öfkeyi öğreniyoruz, kimseye güvenmemeyi öğreniyoruz, şiddeti öğreniyoruz. Paranın çok güçlü olduğunu ve eğer paran yoksa değerinin de olmadığını öğreniyoruz. Çalışmanın o kadar da değer gören bir durum olmadığını ama bir yolunu bulup para kazanman gerektiğini öğreniyoruz.
En fenası ve hepsinin kaynağı olarak saygısız, şefkatsiz, sevgisiz yaşamayı…
YORUMLAR